Geleceğin Kültürel Kodları serisinin bu bölümünde, ses teknolojilerinin yükselişi ve bu alandaki yenilikçi gelişmeler ele alınıyor. Sesin altın çağına girdiğimiz bu dönemde, internet tabanlı ses platformlarının ve formatlarının nasıl evrildiğini, kullanıcı deneyimlerini nasıl şekillendirdiğini keşfedeceğiz. Konuklarımız, teknolojinin sosyal ve kültürel yaşam üzerindeki dönüştürücü etkilerini tartışacak ve bu alandaki fırsatları değerlendirecek.
Bu bölümde, ses teknolojilerinin tarihsel gelişiminden günümüzdeki uygulamalarına kadar geniş bir perspektif sunulacak. Medya sektörlerinde deneyime sahip uzman konuklarımız, ses teknolojilerinin müşteri ilişkileri yönetimindeki rolünden güvenlik önlemlerine ve gelecekteki yenilikçi uygulamalara kadar çeşitli konularda derinlemesine analizler yapacak. Dinleyicilerimiz, bu ilgi çekici yayınla ses teknolojilerindeki en son trendler ve gelişmeler hakkında kapsamlı bilgi sahibi olacaklar.
Detaylar ve daha fazlası için bu yayını kaçırmayın.
Giriş ve konukların tanıtımı
Hakan Akben: Code.Yapı Kredi'nin sunulduğu Geleceğin Kültürel Kodları ve canlı online etkinlik serimizin ikinci bölümüne hepiniz hoş geldiniz. Ben Hakan. Bundan böyle her ay Code.Yapı Kredi'nin çatısı altında teknolojinin sosyal ve kültürel yaşamımız üzerindeki dönüştürücü etkilerini sektör profesyonelleri ve siz değerli izleyenlerimizle konuşuyor olacağız. Serinin ilk bölümünü hatırlarsınız. Teknoloji trendini konuşmuştuk ilk bölümde. Sesin altın çağı başlıyor teması altında internet tabanlı ses teknolojilerinin gelişmesiyle ortaya çıkan yeni trendlerden, platformlardan ve formatlardan konuşacağız. Aynı zamanda bu fırsatlardan bahsedeceğiz. Bir konuyu bir kadroya soracağım. Peki bu akşam konuklarımız kimler olacak? Hemen kısaca sizlere konuşmacılarımızı takdim edeyim. Bakayım şöyle. Ekranın sağ üst köşesinde Tuğçe İçözü bizlerle, Webrazzi'den belki hatırlarsınız kendisini, teknoloji ve girişimcilik üzerine yazıyor. Aynı zamanda da Sıra Dışı Girişimler isimli bir podcast yayını var. Startup dünyasındaki gelişmelerden haberdar olmak isterseniz kesinlikle bu yayını takip etmenizi öneririm. Hoş geldin Tuğçe yayına.
Tuğçe İçözü: Hoş bulduk. Teşekkürler davet ettiğiniz için.
Hakan Akben: Hoş geldin tekrar. Sol alt köşede ise Burçin Acer bizlerle. Hatırlarsınız belki 90'lı yıllardan bu yana televizyon ve radyo dünyasında boy gösteren son derece önemli, deneyimli, bilgili ve müthiş muhabbet dolu, harika bir insan. Şu anda Power FM'de yayın sorumlusu olarak çalışıyor ve uzun yıllardır radyo programlarını dinliyoruz. Ama ben kendisini 90'lı yıllarda Özgür İnceoğulları ile birlikte yaptığı Menemen programından hatırlıyorum. Hatta birkaç ay önce Menemen sahalara geri döndü. Hatta geçen sene dönmüş konuştuğumuz üzere. Üstelik bu sefer podcast formatında dönmüş. Müzik, teknoloji ve dünya meseleleri üzerine bilgi dolu ve keyifli sohbetler dinlemek isterseniz mutlaka takibe almanızı öneririm. Hoş geldin Burçin sen de yayına.
Burçin Acer: Selamlar Hakan. Çok güzel anons edildim. Bayağıdır bu kadar güzel şeyler duymamıştım. Teşekkür ederim.
Hakan Akben: Hoş geldin. Sağ alt köşede de pek çok gazetede editörlük yapmış olan Doğuş Dergi grubunda da yayın koordinatörlüğü yapmış çok kıymetli ve deneyimli bir yayıncı, Eray Özer bizlerle. Kendisini Özgür Mumcu ile birlikte hazırlayıp sunduğu Yeni Haller Podcast'inden tanıyor olabilirsiniz. Hani biraz zihinlerimizi açalım. Dünyaya farklı bir pencereden bakalım diyorsanız Yeni Haller Podcast'inde mutlaka takip almanızı önemli tavsiye ederim. Eray bu arada bunca işin gücün arasında şu aralar yeni kurduğu ajansıyla da içerik üretmeye devam ediyor. Eray sen de hoş geldin.
Eray Özer: Hoş bulduk. Çok teşekkür ederim. Çok sağ ol Hakan.
Ses teknolojilerinin yükselişi
Hakan Akben: Arkadaşlar gördüğünüz gibi müthiş bir kadro var. Yani bu kadroyla kız istemeye bile gidilir. Öyle söyleyeyim size. Yani öyle güzel bir kadro. Hepinize hoş geldiniz diyorum ve hemen daha fazla lafı gevelemeden sorularıma geçmek istiyorum. Şimdi hemen sorulara geçelim. Önce ilk sorumu Tuğçe'ye sormak istiyorum. Şimdi Tuğçe trendleri yakından takip eden bir teknoloji yazarı aynı zamanda. Trendleri yakından takip eden bir teknoloji yazarı bu konulara ilgili birisi olarak ses teknolojilerinin yükselişindeki altındaki bu temel dinamiklerle ilgili belki bizi bilgilendirmek isteyebilirsin diye düşündüm. Bu ses teknolojileri ve bu yeni mecralar nereye doğru gidiyor sence?
Tuğçe İçözü: Bence bir süre daha artmaya devam edecek. Ses, ses temelli sosyal ağlar olsun, ses teknolojileri olsun. Hem evlerde kullandığımız akıllı asistanlar uzun süredir zaten teknoloji şirketleri bunlar üzerinde çalışıyordu. Akıllı otomasyonlar ve yapay zekânın gelişimiyle daha fazla hayatımıza girmeye devam edecekler. Sosyal ağ tarafında da benzerlerini göreceğiz. Çünkü Clubhouse büyük bir kullanıcı tabanıyla hızlıca büyük bir kullanıcı tabanına ulaşmış oldu. Bu da sosyal ağlar için önemli bir kriter.
Radyo yayıncılığı ve podcasting
Hakan Akben: Müthiş, harika. Şimdi bu platformlar yükseliyor. Bununla da ilgili şunu merak ediyorum ben. Genellikle ses platformlarının yükselmesi de enteresan. Sanki bütün platformlar ya da yeni teknolojiler radyocuları yani yüceltmek, ihya etmek için ortaya çıkmış gibi geliyor. Şimdi radyocular tarafından da bahsettiğimizde 90'lardan bu yana radyo ve televizyon yayıncılığı yapan biri var aramızda. İşte Burçin var. Onu çok merak ediyorum. Bu radyolara ne oluyor? O podcast nereye gidiyor? Bir de şimdi Clubhouse gibi canlı podcastimsi platformlar da var. Yani sanki bütün platformlar anlaştı da radyocuları ihya etmeye çalışıyor gibi bir görüntü var. Az önce de söylediğim gibi. Deneyimli bir yayıncı ve radyocu olarak bu gelişmeleri nasıl yorumluyorsun Burçin?
Burçin Acer: Bir kere çok nazik davranıyorsun ihya ettiler diyerek pek de öyle değil. Çünkü aslında geçmişten beri baktığında hatırlarsınız hepiniz. Her yeni çıkan büyük medya, ilk önce radyoyu öldürür. İşte televizyon çıktı. Radyo ölecekti. Kraldı çünkü televizyon çıktığında. Ama radyolar yaşamaya devam etti. Ondan sonra sosyal medya çıktı. Bu sefer tamamen gideceğini düşündüler. Tamamen öleceğini düşündüler. Yine ölmedik. Yine bir şekilde devam ettik. Daha sonra stream. Aslında streamle beraber tamamen radyolar ölecek dendi. Yine ölmedi. Şimdi podcast çıktığında da aynısı söylenmişti. Podcast çıktı artık radyolar bitecek. Bundan sonra kesinlikle yaşayamaz dendi. Öyle olmadı. Clubhouse'da tam bunu demediler. Çünkü Clubhouse'un iki tane şeyi vardı. Hem radyoyu öldürecekti hem podcast'ı öldürecekti. İkisi de olmadı galiba. Yani pek de aslında radyoların zamanı gibi bir gözle bakıldığını düşünmüyorum. Ama ses teknolojilerinin gelişmesi, sesin belki de çok uzun zaman sonra hak ettiği yere gelmesiyle beraber radyo mekaniğinin daha değerli hale geleceğini düşünüyorum. Yani şunu söylemiyorum. Biz streame karşı bir alternatif olacağız. Podcast, daha çok radyo dinleyecekler. Böyle bir iddiam yok. Ama bu teknolojilerle ve bu yeni medya araçlarıyla beraber çalışmayı öğrenmemiz lazım. Ki bu da çok zor değil. Aslında radyo bütün bunlar arasında genetiği en sağlam ve en eskiye dayanan araçlardan bir tanesi. Dolayısıyla bugün audio dünyasının gelişmesini konuşuyorsak gerçekten insanların düşünmediği yerlere gideceğini düşünüyorum. Bunda radyocuların, radyolardan elde edilen bilgi birikiminin çok işe yarayacağını düşünüyorum. Bunun da en bence pratikte örneğini Clubhouse'da görüyoruz. İşte bu moderasyon konusunda radyo geçmişi, radyo tecrübesi olan insanların belli sürelerle bu işleri nasıl yönettiğine dair pratikleri görebiliyoruz. Podcast yaparken de radyocu geçmişe sahip olmak kim zaman bir avantaj teşkil ediyor. Bundan sonra da audio nereye gidecekse, güzel yerlere gidecek. Radyolardan elde edilen bilgi birikiminin çok işe yarayacağını düşünüyorum. Radyoculara ihya olur mu bilmiyorum. Çünkü her yeni çıkan yine bizimle savaşacağı için şu an için ayaktayız. Ve de bu bilgi birikimini de kullanmak için de çok hevesliyiz. Çünkü çok zevkli bir alan, zor da bir dönem aslında radyocular için. Çünkü rakipler çok kuvvetli, çok iyi podcastler var, çok iyi stream platformları var. Video zaten her zaman çok yükselişte. Ama bütün bunlara rağmen radyo samimi bir medya olması nedeniyle bence hep ayakta kalacaktır ve de çok işe yarayacaktır bu audio devriminde.
Sesli içerik tüketiminin avantajları
Hakan Akben: Sanki şöyle bir şey vardı. Mesela audio devriminde podcastler dünyasına girdiğimiz zaman radyonun tam olarak yerini almadı aslında. Çünkü oradaki kayıtta bir interaksiyon yakalamak çok mümkün olmuyordu, anlık bir interaksiyon. Şimdi radyoların en önemli özelliklerinden bir tanesi de sesle direkt dinleyicilerin kendi sesiyle hemen katılabiliyor olması. Nasıl bir ortamda olursa olsun, nasıl bir görüntü içerisinde olursa olsun kendi sesiyle, fikriyle hemen orada yer alabiliyordu. Şimdi YouTube, Twitch, işte Instagram, TikTok gibi görsel anlatının ön planda olduğu yerlerde fikirler sanki daha az duyuluyor gibiydi. Şimdi bu görselliği elediğimiz zaman sanki sesimizle fikirlerimizi çok daha iyi duyurabiliyormuşuz gibi hissediyorum ben. Ne diyorsun bu konuyla ilgili Burçin? Merak ediyorum. Bu sana bir şey ifade ediyor mu?
Burçin Acer: Evet evet, hatırlıyorum. Yani şöyle bir durum var. Bu aslında konunun özü bence. Yani videonun, video ile audio’nun temel farklılıkları var. Ben her zaman mesela radyoyla ilgili 90'lardan beri, işte yeni gelen radyoculara ya da birilerine radyoyu anlatırken hep demişimdir ki, samimi ve temiz bir medyadır radyo. Yani 90'lardan beri baktığınız zaman mesela bir televizyonla karşılaştırın, gazetelerle karşılaştırın, çok daha temiz bir medyadır. Ve samimidir aynı zamanda. Şimdi video hayatımıza öyle bir girdi ki bizi ekran karşısına gerçek anlamda böyle çaktı. Yani ayrılamıyoruz, filtreler işte müthiş montajlar, görüntü kalitesi sürekli yükseliyor ve bir de videonun şöyle bir tarafı var. Videoyu izlerken video izleyeceksin. Başka hiçbir şey yapamazsın. Video kilitliyor gerçekten tüketiciyi ve çok da zamanını alıyor. Bunu da çok iyi başarıyor. Şimdi audio’da aslında buna karşı şöyle bir avantaj var. Siz bir şey, bir podcast dinlediğiniz zaman başka bir şey yapabilirsiniz. Spor yapabilirsiniz örneğin. Veya otomobil kullanırken sesli bir medyayla ilişkiniz çok daha sağlamdır, çok daha sağlıklıdır. audio’nun böyle bir tarafı var ve bunun bir avantaj olduğunu da düşünüyorum. Ve videonun biraz o yoğun bombardımanından da insanların, tüketicinin yorulduğunu da düşünüyorum. Bu şu demek değil. Video artık ölecek ve audio kral olacak. Hiç öyle bir iddiam yok. Bu ikisinin yan yana gideceğini düşünüyorum. Ama video çok yordu bizi ve biraz önce bahsettiğim bu samimiyet vurgusu videoda gittikçe azaldı. Yani işte TikTok'a bakın, sayısız kullandığımız filtrelere bakın. Artık çok kısa sürelerle çok manipülatif videolar üretebiliyoruz ve insanları da gerçekten kandırabiliyoruz. Seste böyle bir şey yok. Seste tüketiciyi kandırmak 1-2 kolaydır ama uzun vadede biraz zordur. Dolayısıyla videonun bu yorucu tarafı ve biraz da tüketicinin bundan artık başka bir yere kaymak isteyişi, hareket kabiliyetini audio dinlerken, tüketirken de kaybetmiyor olması bence audio’yu bir gözümüzde değerli hale getirdi. Tabi bunu da Tuğçe'nin dediği gibi işte sesli asistanlar, kulaklıklar, eskiden bu kadar çok kulaklık kullanmıyorduk. Hatta bunların kabloları atılınca çok daha rahat hale geldik. Yani artık bir sesli asistanla bir sipariş verip, gelen malzemeden nasıl yemek yapacağımızı bir podcast dinleyerek öğrenebiliriz ve bunu yaparken de evdeki başka bir işi de devam ettirebiliriz. Audio’nun böyle bir avantajı var videoya karşı. Dolayısıyla birbirleri arasında böyle bir hafif çekişme var. Birinin birinin yerine geçeceğini düşünmüyorum ama audio’nun samimiyet açısından ve tüketicinin hareket kabiliyetini engellememesi açısından şu dönemde nispeten daha çok tercih edildiğini düşünüyorum.
Teknolojik gelişmeler ve kullanıcı alışkanlıkları
Hakan Akben: Süper. Eray'a söz vermeden evvel Tuğçe'ye tekrar geri dönmek istiyorum. Çünkü bu audio platformlarının yükselişinin altında aslında teknolojik birtakım atılımlar var. Ve o teknolojiye kitlelerin adaptasyonu durumu söz konusu. İşte Burçin'in söylediği gibi akıllı asistanlar vesaire filan. Tuğçe sen bu yaklaşımla ilgili ne düşünüyorsun? Yani bu teknolojik araçlar, gereçler tarafındaki adaptasyonun, benimsenmenin nasıl gerçekleştiğini düşünüyorsun? Bu alanda ne gibi çalışmalar yapılıyor?
Tuğçe İçözü: Ben Burçin Bey'e biraz katılıyorum, o video ile karşılaştırdı ama. Bütün görsel platformlar ve tüketici alışkanlıkları açısından ele almak istiyorum konuyu. Çünkü bence tüketiciler de biraz pandeminin ve eve kapanmanın etkisiyle sürekli içerik tüketirken bir cihaza bağlı olmaktan yoruldu ve tüketiciler daha fazla sesli platformlara yönelip daha insan temasıyla etkileşime girmek istedikçe sesli platformların kullanıcı tabanları genişlemeye başladı. Bu da tabii ki teknoloji şirketlerinin daha fazla sesli özellikler geliştirmesi anlamına geliyor. Dolayısıyla yani teknoloji aslında tüketici davranışlarıyla şekillendiği için burada tüketicinin kalbi tamamen önemli olan. Kullanıcı tabanı genişledikçe yatırımcılar da yavaş yavaş bu tarz şeyleri seçmeye başlıyor. Yakın zamanda Y Combinator da “Remix” isimli bir şeye yatırım yaptı, tohum yatırımı yaptı. O da bu örneklerden bir tanesi. Yani bunu eklemek istedim sadece. Hani bütün bu ses tabanlı teknolojiler aslında kullanıcının ihtiyacıyla şekilleniyor.
Yayıncılığın demokratikleşmesi
Hakan Akben: Ve yatırımlar da aslında bu ihtiyaca göre yön alıyor baktığınız zaman. Çok iyi. Eray şimdi sen çok deneyimli bir yayıncısın ve aslında daha klasik mecra dediğim basılı yayın tarafına çok hakimsin. Şimdi yeni mecraların yükselişiyle birlikte sen de podcast yapıyorsun. Aynı zamanda klasik yayıncılık, dergi yayıncılığı ve işte basılı yayıncılıktan o tarafa doğru da bir maceran da söz konusu. Yayıncılığın bu dinamiklerine hâkim birisi olarak sen bu ses yayıncılığı üzerine ne düşünüyorsun merak ediyorum.
Eray Özer: Çok kısa bir şey yapayım yani sadece sese geleyim bir yerden. Şöyle, bence şöyle ilerledi hayat. Yani biz şu anda aslında şöyle bir şey yaşıyoruz. İnsanlık tarihi boyunca bunun içerik denen şeyin giderek demokratikleştiğini görüyoruz. Bu içerik üretimi sadece, bunu sanattan tutun işte haber vesaire kitap bilgiye kadar alabilirsiniz çok geniş bir perspektifle. İşte Frankfurt Okulu'nda falan böyle Walter Benjamin'in falan mesela ilk röproduksiyon yani resimlerin röproduktör edilmesiyle ilgili ilk yorumlarından bir tanesi bu işte burjuvazinin kafasına balyoz gibi inecekler onu röproduksiyon teknolojisiyle çünkü niye herkesin evinde bir Picasso olacak filan diye. Şimdi içerikte şöyle bir şey var yani kitabı düşünün. Yazıdan yani kitap çok uzun. Yüzyıllar boyunca belli bir zümrenin tekelinde, ta ki matbaaya kadar. Çünkü elle yazılıyor, el yazması. İşte halkın okuması zinhar mümkün değil. Ancak işte soylu bir kesim ve ruhban sınıfı diye tarif ettiğimiz şey. Çok geriden aldım ama çok hızlı geliyorum. Arkasından ses giriyor devreye ve daha sonra sesin demokratikleştiğini görüyoruz. Yani ilk önce bir mikrofonla aktarılmasından bahsederken daha sonra bir verici sisteminden bahsediyoruz. Ve en son artık görüntü teknolojisinin de etrafa rahatça ulaşabildiği bir yerden sonra bu sefer başka bir şeye geçiyoruz. İçeriği kimin ürettiğinin böyle baştan tepeden otoriter bir şekilde belirlenmediği ve ne zaman tüketildiğinin de aynı şekilde. Yani şudur normalde normal şartlar altında akşam size birisi haber sunar. Kimin sunacağı bellidir. Haberi de bilenler yazarlar ve bilenler tüketirler. Bugün artık öyle değil. Yani kimin otorite olduğuna gayet demokratik bir şekilde karar veriliyor. Bu bazen kötü de bu arada. Yani bu parantezde açarak söyleyeyim. Çünkü içeriğin bu sefer kalitesine ulaşmak.
Hakan Akben: Demokrasi dediğimiz şey aslında niceliğin ve niteliğin savaşında çoğunluğun kazandığı yerde demokrasi oluyor. Dolayısıyla yayınların genellikle niceliğin seçimine göre belirleniyor. Aslında onu kastediyorsun diye anlıyorum. Doğru mu?
Eray Özer: Evet. Şimdi geldiğimiz noktada şöyle bir yere geldik. Şimdi herkes yayıncı. Bu iyi bir şey. Niye iyi bir şey? Çünkü ben de yana değilim. Hani böyle bir tahküm ilişkisi orada kurulmuyor artık. Tepeden inme bir işte tırnak içerisinde her devletin kendi kanalının anlattığı haberlerle yaşamak zorunda değilsin. Ama bugüne gelindiğinde şöyle bir durum var. Artık hangi içeriği tüketeceğiz? Kimin içeriğini? Sese de şuradan bağlayayım. Ses bunun hala hazırda var olan teknolojilerle en kolay yapılabildiği mecralardan biri haline geldi. Kaliteli bir şekilde. Tabii ki başka başka şekillerde yapabilirsiniz. Ama seste kaliteden mümkün olan en az tavizi vererek eğer akıllıca ve sağlıklı bir içerik üretebiliyorsanız bunu insanlara arz edip bunun karşılığında da neyse işte artık planınız programınız onda herhalde soracaksın sonraki soruların arasında var diye biliyorum. Karşılığında da hayatınızı geçindirmeye çalışabilirsiniz. İçerik demokratikleşti. Son şunu da ekleyerek bitiriyorum. Tabii böyle olduğu zaman da şu ortaya çıkıyor. İşte bugünün en modern kelimesi en çok kullanılan kelime kürasyon. Çünkü hangi içeriği tüketeceğimizi bilmiyoruz. Birisi bize desin ki istiyoruz ki evet abi şunu tüketebilirsin yok bunu tüketemezsin desin. Çünkü karmaşa bir kakafoni içerisindeyiz. Nereden sıyrılabiliriz? Yani alttan üreticiler bir yerden sıyrılmaya çalışıyor. Bir yandan da dinleyici için de aynı şey geçerli. Bu demokratik ortamın içerisinde nereye girip de dinlemek? Mesela Clubhouse'a örnek vereyim. Ben Clubhouse'da yayın da yaptım. İşte dinleyici olarak da katılıyorum. Çoğunda hiç zevk almadım. Sebebini söyleyeyim çünkü yani çok açık bir şekilde söylüyorum. Hiçbir şekilde bir şey öğrenemiyorum girdiğimde çünkü genelinde girdiğimde bir goy goy dönüyor. Dolayısıyla o goy goyun dışında gerçekten eğer bir şeyler anlatan birisine yakalarsan hemen yapışıyorsun ve kalıyorsun. Dolayısıyla işte, daha henüz kendini bulma aşamasında bütün bu anlattıklarım. Ama bence iki taraflı yani iki tarafın birbirini değiştirdiği ve dönüştürdüğü yani dinleyici tarafı ve üretici tarafında birbirini dönüştürdükleri bir dengede cereyan ediyor. Olması gereken de bu herhalde.
Sesli içeriklerde nitelik ve nicelik tartışması
Hakan Akben: Çok güzel bir yere değindin aslında. Bir tanesi içerik meselesi. İçeriğin değerini ne belirler sorusu. Bence bu soru üzerine kesinlikle bir tur dönmeliyiz. İkincisi de bu kürasyon meselesi. Şimdi kürasyon meselesini algoritmaların tek eline verdiğimiz zaman da algoritma da yine niceliğe göre oynuyor. En çok izlenen, en çok beğenilen videoları bana gösterme eğiliminde. Çünkü o algoritmaların yazıldığı şirketler daha ilgi ekonomisinde daha fazla ilginin platformda olması için tasarlıyor algoritmaları. Dolayısıyla kürasyon kısmı çok önemli bir hal alıyor. Şimdi kürasyon tarafında Burçin’e dönmek istiyorum. Çünkü bir radyo yayıncısı olunduğu zaman işte yeni trend neler var müzik dünyasında mesela müzik yayınları yaptığımız zaman işte listeler vesaireler. Bugünün dünyasında Spotify falan işte sosyal medyayı bunları keşfetmek bir nebze olsun belki kolay ama hala zor çünkü çok fazla yeni içerik var. Bu yeni içerikleri, bu yeni dinlememiz gereken, bakmamız gereken yönü aslında radyocular ve içerikçiler bir şekilde kürasyon yaparak bizlerin önüne sunuyordu. Şimdi orada ayrı bir ekspertiz durumu söz konusu. Bugünün dünyasında bu ekspertiz meselesine olan ihtiyaç daha mı arttı yoksa eskiye göre daha mı kolay? Çünkü Spotify'daki en çok dinlenen 50 şarkıyla mı çıkıyor DJ'ler ya da işte radyo yayıncıları yoksa geçmişteki var olan deneyimleriyle bir dakika bu 50 şarkı en iyi gibi görünüyor ama aslında şu arada kıyıda kaçmış olan bir de şunlar var. Bir de bunlara bakın arkadaşlar meselesi var. Yani yine nicelik versus nitelik yaklaşımı. Sen orada nasıl bir yaklaşım içinde olunduğunu düşünüyorsun ya da olunması gerektiğini düşünüyorsun. Oradaki senin bakış açığını çok merak ediyorum.
Burçin Acer: Ya aslında çok da 90'larda mesela radyonun çok popüler olduğu zamanları hatırlıyorum. O zamanlarda olan şeyle şu anda stream platformlarında karşılaştığımız şey arasında çok fark yok. Yani işin bir popüler tarafı var. Bu her zaman böyledir. Yani podcast'te de böyle, müzikte de böyle, sinemada da böyle işte en çok izlenen filmler. İnsanlar da yani birçoğumuz da aslında bir internet sitesine girdiğimizde bu tür bir ihtiyacımızı gidermek istediğimizde ona bir bakarız göz ucuyla. En çok ne satmış, en çok satan kitaplar, en çok izlenen filmler. Tabii ki bunun dışında da bir takım özel keşifler de istiyoruz. Bir de bunun yanında eskiden radyolarda da vardı, şimdi bu platformlarda da var. Bu en popülerlerin yanında bir de senin davranışını, senin hoşuna gidebilecek bazı içerikleri önerdiği keşif bölümleri var. Ben bu konuda bu makine öğrenme durumunun müzikte çok da fena çalıştığını düşünmüyorum. Biz tabii eskiden bunu radyolarda yapardık. İşte en popüler şarkıları çaldığımız kuşaklar dışında bir de farklı müzik türlerine girdiğimiz, o müzik türlerinde içine girip hikayeler anlattığımız çeşitli kuşaklar olurdu. Daha sonra radyolar biraz şekil değiştirdi. Şimdi bunun aynısını aslında stream platformlarında da görüyoruz. Yani müzikte sadece bizim karşımıza evet tamam ilk o geliyor. En popüler elli şarkı geliyor ama biraz bir çaba harcanırsa eğer keşfetmek için de çok geniş bir dünyayla karşı karşıyayız. Yani ben bunun çok büyük bir avantaj olduğunu düşünüyorum. Buradan öğrenilen bilginin de ben aslında bu audio dünyasının değişiminde hatta podcastlerde de işe yarayacağını düşünüyorum. Yani bizim karşılaştığımız temel hikâye nedir? Biz bir yere giriyoruz, bir müzik dinliyoruz, onu belli bir süre dinliyoruz, atlıyoruz, başka bir yere gidiyoruz. Ve bu davranışlarımız sonrasında karşımızdaki platform bize bir gün sonra diyor ki al sen aslında bunları sevebilirsin. Sonra bir bakıyoruz ki hiç de fena değil gerçekten de seveceğim şeyleri getirmiş. Birçoğu aslında bu konuda iyi çalışıyorlar. Şimdi podcastlerde tabii ki bu yok. Ses temelli iletişimde henüz bu sesin metne dönüşmesi konusunda çok pratik olmadığı için bu tür böyle yönlendirmeler yapılamıyor.
Mesela çok, örnek vereyim. Ben şimdi podcastimin içerisinde kıyafetlerle ilgili ve bunun evrimiyle ilgili çok küçük bir şeyden bahsettim, bir bölümden bahsettim. Burayı dinleyen ve bu podcastime sürekli gelip hep bu bölümü dinleyen, hiç atlamayan birine yeni hallerin bu konuyla ilgili bir podcastini aslında sistem önerebilir. Eğer elimizde sesi deşifre eden ve bunları bir şekilde metne dönüştüren ve daha sonra buradan yarattığı öğrenmelerle bize keşiflerimiz için öneriler sağlayacak bir mekanizma gelişirse ki bunlar yapılıyor, o zaman bence iş değişecek. Şu anda bu yapılamıyor. Yani hepimiz bir koca denizin içerisindeyiz, yüzüyoruz, yüzüyoruz, yüzüyoruz, böyle çok güzel bir şeye rastlıyoruz. Onların keyfini çıkarıyoruz ama daha ileride ne var bilmiyoruz. Podcaste ve ses dünyasında müziği hariç tutarsam böyle bir bence problem var ama bu problemin de aşılacağını düşünüyorum. Ve işte o zaman karşımıza bence aynen müzikte olduğu gibi sen bu podcasti dinliyorsan ya da bu podcast serisinin şu bölümünü çok dinlediysen sen bunu da sevebilirsin gibi birtakım öneriler gelecek karşımıza. Bunun çok da kötü olacağını düşünmüyorum çünkü çok geniş bir evrenden bahsediyoruz. Kitap gibi yazılı, metinle takip edebileceğimiz, video gibi takip edebileceğimiz bir dünya değil audio. O yüzden bunlara ihtiyacımız var. Bunların yakın zamanda da olacağını düşünüyorum. O yüzden o keşiflerden bence korkmayalım. Zaten bir tık daha meraklıysanız bu işte birtakım stream platformlarının sizi ofsayta düşürmesine pek de izin vermezsiniz. Dinlediklerinizle, keşfettiklerinizle, ileri alıp durdurduklarınızla aslında makine öğrenimiyle iyi anlaşabilirsiniz. Ben bunun bu tüketici davranışının ve arz durumunun radyoların 90'lardaki güçlü yanından bu yana çok da değişmediğini düşünüyorum. Aynısının podcaste de olmasını çok umut ediyorum.
Algoritmalar ve değerli içerik
Hakan Akben: Harika. Aslında burada şöyle bir soru çıkıyor. Şimdi gelen soru yani bir içeriğin değerini belirleyen şey ne? Değerin tanımını nasıl yapacağız? Şimdi değerin tanımı aslında ihtiyacı karşılamasıyla ölçülüyor genel anlamda. Kimi izleyenler eğlenmek istiyorsa eğlenceli içerik onun için değerli bir içerik olabiliyor. Kimi izleyici bilgi sahibi olmak için dinliyorsa onun için önemli olan şey bilgi sahibi olabileceği içerikler. Dolayısıyla içeriğin değeri kişinin ihtiyacının tanımlamasıyla ortaya çıkıyor. Tanımlı olan bir ihtiyaca yönelik, onun tanımlı olan ihtiyaca yönelik içerikte arz ve talebin buluşmasını sağladığınız noktada gerçekten bir değer ortaya çıkıyor. Bu bağlamda ben Tuğçe'ye sormak istiyorum. Şimdi biliyoruz pek çok platformda bir sürü içerik üretiliyor. Bu içerik üreticilerinin ürettiği içeriklerin işte gerçekten o içeriği arayan kitleyle buluşturulması noktasında çok güzel çalışmalar yapılıyor. Ama burada birtakım filtrasyonların da uygulanması gerekiyor. Örnek vermek gerekirse Twitter'ı kullanıyoruz mesela. Twitter'da kimi takip ettiğimiz, nasıl bir içerikle karşılaşacağımız konusunda son derece önemli. Ayarlardan işte sadece takip ettiklerimi gelsin ya da ne bileyim Twitter'da listeler oluşturabiliyoruz ve o listeleri takip ederek istediğimiz türde içeriklere ulaşabiliyoruz. İçerikte çeşitlenme arttıkça algoritmaların çok net şekilde çalışması, ihtiyacı artıyor. Bu bağlamda yani sen teknolojiyle çok ilgili olan birisi olarak az önce Clubhouse örneğinden de bahsettin. İşte filtrasyonlar aslında çalışıyor, mekanizmalar aslında bayağı iyi çalışıyor derken neyi kastediyordun?
Tuğçe İçözü: Yani şunu kastediyorum, Clubhouse'da aslında Eray Bey'in söylediği o tamam giriyorum ama kayda değer bir şey bulamıyorum durumunu kendi bünyesine program yapımcıları alarak çözmeye çalışıyor. Yani gerçekten profesyonel insanlar. Kendi nasıl TV şovu oluşturuyorsunuz, Clubhouse şovlarını oluşturmaya başlıyor. Aynı zamanda içerik yani profesyonel içerik üreticileri zaten belli bir takipçi kitlesi olan zaten içerik üretmeyi iş haline getirmiş kişilere de bir destek şeyi duyurdu. Hızlandırma programı duyurdu. Ya bu anlamda içeride daha fazla kaliteli içeriğin olmasını sadece algoritmaya değil editörlerin de desteğiyle program yayıncılarının ve içerik üreticilerin de desteğiyle ses odaklı, güzel bir içerik platformu olmayı hedefliyor. Yani ben böyle görüyorum en azından. Ya zaten şöyle bir şey de var girişten kusura bakmayın biraz uzadı. Girişten itibaren içeride içerik yani influencerların olması da bence Clubhouse'un önemli bir stratejisiydi. Ashton Kutcher olsun daha sonra teknoloji liderlerinin gelip programlarda yer alması da olsun hani en azından Clubhouse için diyebilirim bunu. Spotify için belki biraz daha yol var ama insanlar daha fazla içerik üretimini merkeze almaya başladı.
Sesli içeriklerde dinleyici katılımı
Hakan Akben: Evet ya aslında bakarsanız ben şunu düşünüyorum yani bu konudaki yorumlarınızı da merak ediyorum. Tek taraflı içerik internet web 1.0 dönemi vardı işte birileri web sitesi yapıyordu onu dolduruyordu. Geri kalan herkes okuyucuydu, dinleyiciydi, izleyiciydi. Şimdi işte radyolar dünyasında da belki radyo 1.0 durumu bunun gibi bir şeydi. Sonra telefon bağlantıları gelmeye başladı. Hatta belki de izleyenlerin, dinleyenlerin katılımıyla gerçekleşen belki radyo programları olmaya başladı. Belki de Clubhouse'da da şöyle bir durum söz konusu. Pandemideki bu yalnızlıkla beraber insanlar felsefi bir derinliğe boğuldu ve sonra dediler ki ya biz artık dinlemek değil konuşmak istiyoruz. Biz de artık program yapmak istiyoruz. Ya belki de radyo 2.0, 3.0 bu anlama mı geliyor yani mesela bunu Burçin'e sormak istiyorum. Yani bu artık artık dinleyicilerin de yayın yapabileceği bir noktaya geldi. Aslında radyo 2.0, 3.0 diyebilir miyiz podcastler için? Ya da Clubhouse için?
Burçin Acer: Radyoyu öldürecek demiyorsan her şeyi söyleyebilirsin bence. 2.0, 3.0 olabilir. Ya şuna katılıyorum. Şimdi radyonun tabii ki, radyo nedir? Radyo o andır. Aslında radyonun bütün büyüsü de bununla alakalı. Yani açarsınız radyoyu hangi şarkıyı çalacağını bilmezsiniz. Çalan şarkı sizin için sürprizdir. Hele de sizi yakalıyorsa müthiş bir şey. Veya o an bir hediye verebilir. Yani bir anda bir cep telefonu kazanabilirsiniz. Bir oyun konsolu kazanabilirsiniz. Bir anda yani her an her şey olabiliyor dediğimiz şey tam olarak radyo için en uygun slogan budur. Şimdi bu çok çekici bir şeydi 90'larda. Ve yani o kadar çekiciydi ki şimdi bilmiyorum kaç kişi hatırlar. O zaman radyolar kapandığında insanlar sokaklara çıkıp arabalarına kurdeleler falan asmıştı. O kadar radyoyu benimsemişlerdi. Sonra başka bir şey girdi hayatımıza. Dijital ve buradaki en temel tüketici hareketi istediğin şeyi istediğin zaman istediğin yerde dinlemek. Yani radyonun karşılaşabileceği en güçlü rakip. Bir tarafta canlı o an yap ve tüket. Bir tarafta istediğin zaman istediğin yerde. Yani bununla rekabet etmekte gerçekten zorlandı radyolar. Ama işte podcast, podcast radyonun düşmanı değil. Tam da burada aslında radyoların kurtarıcısı oldu bence. Biz 2000'lerin başından itibaren birçok programımızı aslında podcast olarak paylaşıyorduk. Çünkü radyonun yapamadığı bir şey yapıyordu. Bir radyo programını tüketiciye, dinleyiciye istediği zaman istediği yerde dinleme olanağı veriyordu. Bu aslında hani öbürü bir sıfırsa bu belki iki sıfırdı. Yani podcast ile beraber kayıtların dinleyicinin de istediği zaman tüketebileceği hale gelmesi. Şimdi evet artık etkileşim denen bir şey var. Yani biraz önce Eray'ın dediği şeyi önemsiyorum ben. Bu audio’nun yükselişinin biraz aslında böyle toplumsal değişimden çok ayrı düşünülemeyeceğine inananlardanım. Çünkü genel yani şu anda insanların ve yeni neslin işte en önemli değerleri ideolojiler değil işte birtakım kavramlar. Vicdan, adalet, kolektif davranma ve samimiyet… Samimiyet şu anda geçer akçe samimiyet. Bunu televizyonda çok bulamıyorlar. Bunu gazetelerde çok bulamıyorlar. Bunu ses dünyasında bulabiliyorlar. Bu biraz bu toplumsal gelişmeyle de alakalı bu yükseliş. Dolayısıyla şimdi de bu etkileşimin tadını çıkarmak istiyorlar. Radyoda bu biraz zor. Ben radyoda bir dinleyiciyle yani üç dakikadan fazla konuştuğum zaman diğer binlerce dinleyici o radyoyu kapatacak. Ben bunu biliyorum. Ama Clubhouse'da böyle bir şey yok. Sabaha kadar konuşabilirsin. Çünkü zaten bunu tercih eden birileri var orada. Dolayısıyla evet o üç sıfır. Şimdi konuştukça daha çok desteklemeye başladım. O Clubhouse'daki durum insanların da konuşma ihtiyacını gidermesi biraz yeni bir radyo tadı verdiği insanlara. Burada tek eksik kalan müzik o da başka yerlerden telafi edilebilir. Ama şeye katılıyorum. Clubhouse'la beraber belki bizim için de böyle bir yeni dönem başladı. Yani radyolar için de çok iyi izlemeleri gereken bir dönem.
Sesli içeriklerin sürdürülebilirliği
Hakan Akben: Süper. Eray buradan sana geçmek istiyorum. Şimdi içerik üretimi yapıldığı zaman içeriğin kitlesi oluşuyor. Ve bu kitle ile buluştuktan sonra içeriğin sürekliliğinin olabilmesi için burada bir paraya dönüştürme durumu söz konusu oluyor. Yani içeriğin paraya dönüştürülebilmesi için artık kitlelerle birlikte paraya dönüştürme gibi bir kavram ortaya çıktı. Yani klasikte yayıncılıkta ne yapıyorduk? İçerik oluşturuyoruz. Sonra reklam verenlere gidiyoruz. Reklamdan gelir kazanılıyordu. Bu yaklaşım dijitalde, internette de devam ediyor. Ama artık toplulukla birlikte büyüme, toplulukla içerik üretme, işte Clubhouse vesaire örneklerinde ya da podcast örneğinde olduğu gibi. Şimdi de toplulukla birlikte para kazanma, hatta topluluktan para kazanma gibi bir yaklaşım var. Sen ne düşünüyorsun buradaki trendlerle ilgili? Bunu sürdürülebilir bir şey olabileceğini düşünüyor musun? Bu konudaki deneyimlerin nasıl?
Eray Özer: Yayından önce yaptığım şakayı tekrarlamayacağım ama hepimiz içimizden güldük. Çok özetle söylemek gerekirse, o kadar uzatmadan söyleyeyim. Sorulabilecek en kötü insana sordum para meselesini demiştim yayından önce. Hala aynı fikirdeyim. Ama şöyle anlatayım. Şimdi burada şöyle bir durum var tabi. Bu aslında içeriği sağladığın kitleden para kazanmak mıdır? Çok emin değilim Hakan, şunun için. Çünkü aslında o aşamada değiliz. Yani Türkiye özelinde söyleyeyim daha doğrusu. Çünkü Stuff You Should Know diye bir şey var mesela bir podcast var İngilizce ve bizimkisine çok benziyor. Bizimkisinin biraz daha gırgırlı, şamatalı ve daha kısa ve daha bizimkisinden daha yüzeysel diyeceğim ama sanki çok anlamlı. Konuları öyle seçiyorlar o yüzden öyle söylüyorum. Bayağı başarılı. Şimdi orada o kadar büyük bir şey var ki sistem, bir medium oluşmuş durumda, ki onun için onu konuşabiliriz. Biz burada aslında ne yapıyoruz biliyor musunuz? Biz, dinleyenleriyle beraber Yeni Haller’i yaşatmaya çalışıyoruz. Yani yapmak istediğimiz bu aşama da o. Yani Yeni Haller yoksa şöyle olur. Türkiye'deki bir sürü gazetede, dergide ve benzeri yayında olduğu gibi çıkartırsın bir ay sonra kapanır. Herkes şok olur böyle. Mesela yani bir ay sonra kapanan gazete mi olur? Bir ay sonra kapanan televizyon kanalı bile gördük. Yani netice itibariyle şöyle bir sorun var. Bunun mali ayaklarını doğru düzgün oturtmazsanız, sınırlarını mesela gündelik siyasetten çok fazla bahsetmemek vesaire bunlar bizim hep yaptığı bilinçli tercihlerimiz. Orada da neye karşılık geliyor bu? Tabii ki ben ve Özgür mesela gündelik siyaset konuşsak şu anki dinleme sayısına herhalde bir günde falan dinlenme şeklinde ulaşabilirdik. Tabii ki insanlara kalkıp da işte ne bileyim ben böyle sosyolojinin, felsefenin dibinde ben çalışırken başımı ağrıtan bir şeyi basit bir şekilde anlatmaya çalışmanın zorluğunun farkındayım. Dolayısıyla aslında yok ya bunu yapmak çok saçma denilecek bir şeyi yapıp onu ayakta tutmaya çalışıyoruz. Yani bu işlemez dediğimiz şeyi yaşatmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla mesela çok dolayısıyla dedim bu arada. Patreon'da bize destek veren insanlar aslında bunu ayakta tutmak için bize yardım ediyorlar. Yani beraber ayakta tutuyoruz. Yani onlarla, beraber. Gerçekten buradaki duygu budur. Net. En azından bu aşamada böyle. Keza ben eminim ki işte devam eden reklam sponsorluk görüşmeleri falan var Yeni Haller ile. Orada da böyle bir motivasyon henüz var. Tabii ki orada marka değeri çok önemli. Yani markasına yeni ailelerle değer katacağını düşünen bir sürü reklam veren olduğunu biliyoruz. Konuşuyoruz sağ olsunlar. Devam ediyor oradaki ilişkilerimiz. Ama asıl motivasyon böyle bir içerik hayatımızda kalmaya mümkünse devam etsin. Bizde de aynısı. Çünkü bunu full time işe çevirmeden belli amaçlara ulaşamıyoruz. Nasıl mesela belli bir rutinde yapmamız lazım. Şimdi ona çalışıyoruz. Çünkü konular bazen ağır geliyordu, eziliyorduk. Şimdi işte onun için formatları değiştiriyoruz falan. Yani hep bir üzerinde düşünüp oynaman gereken bir şey var ortada, ki o bir medium halini alsın. Alınca ne olacak? Sadece bizle kayın bir şey olmasın. Bu bir podcast evreni var. Yeni Haller veya bir başkası buna örnek teşkil etsin. Buradan işte bir model oluşabilir. Bir gelir modeli ve hayatınızı buna vakfedebilirsiniz. Bu modelde işte daha fazla bunu yapmak isteyen insanlara örnek olsun. Aslında bütün amaç bu. Şu anda bu aşamadayız. Bir sonraki aşama dediğim gibi işte örnek verdiğim Stuff You Should Know gibi. Belki de şey yani işte bir sonraki aşamada artık bu bir kendi tek başına kendi web sitesiyle, kitaplarıyla, audio’suyla, görseliyle, videosuyla bir 360 derece bir evren olacak. Ama biz henüz daha oranın başındayız yani.
Katılımcılardan sorular
Hakan Akben: Evet ya bu şey meselesi oldukça önemli. Mecralar değiştikçe her mecranın kendine has bir mizampajı olduğunu yeniden hatırlıyoruz. Yani bir içerik podcast olarak bambaşka bir anlam ifade edebiliyor. Radyodayken sunulurken bambaşka bir anlam ifade ediyor. YouTube'da farklı bir şekilde anlatılıyor. Dolayısıyla mizampaj yani içinde bulunan platformun niteliğine göre içeriğin değiştirilmesi ve özelleştirilmesi son derece önemli bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Bu arada izleyicilerden de sorular var. Bir izleyici sorusu çok ilgimi çekti. Demiş ki Kerem Şentürk, Sesin Yeni Altın Çağı diyorsunuz, iş olarak nasıl fırsatlar yaratıyor? Bana iş fırsatlarından bahsedin demiş. Şimdi altın çağı dediğimiz zaman olayın ekonomisine değinmeden olmuyor. Dolayısıyla aslında Eray biraz bahsetti. Yani fırsat olarak sunulan şey aslında ses değil. Ses sadece bir araç. Fakat burada bu araçta ne yaptığınız meselesi önemli. Dolayısıyla ortaya çıkan en önemli şey yine amaç meselesi. Yani elinizde bir amacınızın olması ve bu amacı gerçekleştirmenizi sağlayacak olan platformlar. Bu amaç da ben şu gibi görüyorum. Yani şöyle gibi hissediyorum. Siz nasıl düşünüyorsunuz merak ediyorum. Yani amaç burada insanları ve fikirleri bir araya getirmek olabilir. Ondan sonra burada bir hikâye yaratmak olabilir. Burada bir topluluk oluşturmak ve buna önderlik etmek fırsatı olabilir. Çünkü bugün sahip olduğumuz bu yeni medya araçları fikri olan bir konuda önderlik yapmak isteyen insanlar için biçilmiş kaftan. Yani insanlar milyonlara sesleniyor. Yüz binlere sesleniyor ve onlarla birlikte kolektif bir şeyler yapıyorlar. Dolayısıyla büyük bir fırsat olarak görüyorum ben bunu. Ama sizin gördüğünüz fırsatlar eğer mümkünse de ekonomik tarafı olan fırsatlar Kerem'in sorusunun bağlamında. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu işi? Para var mı bu işlerde?
Eray Özer: Ben şimdi ekleyebilirim. Ondan sonra çok kısa ekleyeyim. Para yani şöyle hani para hala hazırda işte biraz evvel anlattım. Kurulmaya çalışılan yeni kurulan bir sistem oraya girmiyor. Ama olduğunuz varsaydığımız bir dünyada da hemen arkadaşımızın sorusuna şöyle cevap verebiliriz. İşte burada içerik önemli. Ne üretecek? Yani yarın çok önemli. Anlamlı bir içerik üretebilir ve öbür gün bundan para kazanmaya başlayabilir. İnsanların onu duymak istediği, bir şekilde teveccüh edeceği, teveccüh göstereceği ama bu hiç bizim yani benim alanım olmayan bir şey olabilir aynı şekilde. Yani işte bu işin magazini de ayrı satıyor. İşte ne bileyim ben haberi de ayrı satıyor vesaire. Ne sanat kısmı, sanatla ilgili kısmı. Önemli olan ürettiğin şeyin, sesle ürettiğin şeyin dinleyici için. Bir anlamı, kıymeti olması. Bunu çok kolay yoldan yapmaya da çalışabilirsin. Bu da tutabilir. Ama zaten işte serbest piyasa dedikleri şey de böyle bir şey. Her mal orada yer alacak ve onların içerisinden bazıları kalıcı olacak. Bazıları da bir süre sonra gidecek. Ne yazık ki sistem bunun üzerine kurulu. Zor içeriklerde bizimkisi gibi bunu ayakta tutmaya çalışmak da daha zor oluyor tabii ki.
Hakan Akben: Süper. Tuğçe sen ne diyorsun bu konuyla ilgili? İşin ekonomisi dediğim zaman bunu sadece yayıncı ve dinleyici olarak değil de platform olarak bu konuda teknoloji geliştiren ekosistem olarak da belki daha geniş bir perspektiften değerlendirebiliriz. Yani sesi yeni altın çağı dediğimiz zaman belki de kulaklık üreticileri için yeni bir anlam ifade ediyor diyebiliriz. Ya da ne bileyim işte bugün Twitter bile Spaces diye yeni bir şey çıkartıyor. Dolayısıyla hali hazırda var olan platformlar da bu tarafa doğru bir yatırım yapmaya başlıyor. Dolayısıyla olayın ekonomik bacağını sadece içerik üreten ve tüketen değil de ekosistem olarak değerlendirdiğinde sen nasıl görüyorsun meseleyi?
Tuğçe İçözü: Yani şimdi artık içerik üreticileri merkeze alan sosyal ağlar bazı özellikleri Twitter örneğini verdiğiniz için aklıma geldi. Bazı özellikleri ücretli yaparak da hem üreticilerin gelir elde etmesini sağlıyor hem de kendileri sürdürülebilir bir gelire kavuşmaya başladılar. Çünkü bahsettiğiniz algoritma mevzuları siyasetle birlikte karıştığında sosyal ağları artık çok yordu. Ve madem içerik üreticiler kitle kaynağından faydalanarak gelir elde edebiliyor biz niye komisyon alarak modelimizi buna çevirmiyoruz ve hedefleme ve reklam külfetini üzerimizden biraz olsun atmıyoruz diye düşünmeye başladılar. Bunu ekleyebilirim. Para kazanmak isteyen arkadaş için de diyebilirim ki evet güzel özgün içerikler üretirseniz her zaman alıcısı oluyor. Bence Patreon gibi platformlar kendi kendinize sürdürülebilir bir düzen kurmak için çok iyi bir başlangıç. Sadece sabır ve üretime ihtiyacınız var.
Hakan Akben: Süper. Yine izleyiciler bugün çok aktif. Bayağı bir izleyici sorusu var. Hepsine değinemeyebiliriz. Yavaş Yavaş programında sonuna doğru gelelim ama burada böyle eleştirel bir yaklaşım var radyo tarafına doğru. Onun bir sorusunu sorayım. Mehmetcan Haklı sormuş diyor ki teknolojinin yaygınlaşmasının uygulamaların tercih edilmesini sağlamasından çok mecranın adaptasyonunu kolaylaştırdığını düşünüyorum demiş. Airpods'un yaygınlaşması ses mecrasına pandemiden daha çok yaralmıştır mesela diyor. Bu anlamda radyo yayını geleneksel olarak izleyicilerini canlı yayına dahil etme konusunda Clubhouse'dan belki 80-90 yıl öndedir diyor. Bu vizyon zaten vardı burada diyor. Sizce radyo bu çoklu izleyicinin katılımını sağlama inovasyonunu kendi içinde neden gerçekleştirememiş olabilir diyor. Ne dersin Burçin bu soruya?
Burçin Acer: Yani gerçekleştiremedi. Doğru gerçekleştiremedi. Çünkü Türkiye'de radyolarda çok fazla yaygınlaşma var. Radyolarda şöyle bir değişim oldu. Birçoğumuz aslında buna şahit olduk. Şeyi hatırlarsınız 90'larda radyolar açıldığında aynı Clubhouse gibiydi. Hatta ben öyle bir benzetme yapıyorum. O kadar çeşitli programlar vardı ki radyolarda. Yani işte gece aşk programı dinleyebilirdiniz. Gece yarısından sonra ikide biraz erotizme kayan programlar duyabilirdiniz. Komedi programlarının çeşit çeşit versiyonları vardı. Yani aklınıza gelebilecek çoğu içeriği radyoda bulabilirdiniz. Sonra başka bir dönem başladı. Bu işte biraz daha hızlı tüketme. Yani toplumun tabi bu sadece radyodaki değişim değil. Toplumdaki değişimleri de düşünün 90'lardan 2000'lere. Yani tam o dijitalin başladığı dönemlerden bahsediyorum. Daha çok müzik tüketilmeye başlandı. Ve dolayısıyla müzik bir anda içeriğin önüne geçti. Daha çok müzik çalalım daha az konuşalım. Daha çok müzik çalalım dinleyiciyle daha az konuşalım. Bu yaklaşık bir 10-15 senesini aldı radyoların. Ha bu 10-15 senesini aldı ve burada biraz da aslında işte dinleyici de bunu istiyordu aslında. Neden? Daha hızlı tüketmek istiyordu. Çok fazla vakit harcamak istemiyordu. 10 dakika konuşmalar, 5 dakika konuşmalar gerçekten sıkılıyorlardı. Yani biz çok araştırma yaparız ve bunu çok dinamik bir şekilde yaparız. 2000'lerin başında konuşmaya tahammülü olmayan bir dinleyici vardı karşımızda. Biz de daha çok müzik çalıyorduk doğal olarak. Sonra iş değişti. İşte bu dediğim gibi videolar. İnsanlar çok yoruldu. Biraz samimiyet aramaya başladılar. İçerik aramaya başladılar. İyi içerik aramaya başladılar. Şimdi radyolar Clubhouse'daki durumu da görünce biraz kendilerini buraya adapte etmeye çalışıyorlar. Yani dinleyicimizin, izleyicimizin söylediği doğru. O konuda kendini değiştirmekte belki sosyal medya ve dijital platformlar kadar hızlı davranamadı. Çünkü radyoların o kadar esnek olmadığını düşünüyorum. Ama böyle bir dönem yaşadık. Keşke bu dinleyicimiz, izleyicimiz 90'larda radyoların içinde olduğu o ortamı deneyimleyebilseydi gerçekten benim çok özlediğim yani belki de radyoların altın çağıydı bizim için. Ama aynısını da aşağı yukarı ben Clubhouse'da bulduğumuzu da düşünüyorum. Bu konuda radyo çok çabuk öğrenir. Çok çabuk da değişir. Yakın zamanda bence radyolarda hatta şu anda da dinliyorlarsa bu tip değişimlerin olduğunu da görecekler.
Kapanış ve teşekkür
Hakan Akben: Süper. Aslında yavaş yavaş yayınımızın sonuna geldik. Son olarak eklemek istediğiniz şeyler varsa, vermek istediğiniz mesajlar varsa bize izleyenlere, dinleyenlere buradan mesajları almak isteriz. Tuğçe, Eray ve Burçin bir katkıda bulunmak ister misiniz son olarak?
Burçin Acer: Konuş diyorsan biz konuşuruz. Yani sen konuş de yeter ki.
Eray Özer: Biz niye korkuyoruz?
Hakan Akben: Peki o zaman.
Burçin Acer: Ben mesela bu ekonomik kısımla ilgili bir şey söyleyebilirim. Bence burada bu pazarlamacı diyebiliriz. Belki başka bir isim de koyabiliriz ama o kişilerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü sesin aslında kullanım alanı çok geniş. Bunu keşfederseniz ve bunun üzerinde oynamaya başlarsanız reklam, işte yani işte bu bütçenin buraya gelmesiyle ilgili çok çeşitli fikirler çıkarabilirsiniz ortaya. Burada pazarlamacılığın önemli olduğunu düşünüyorum. Onların da biraz ses dünyasına hâkim olmaları düşünüyorum. Bunu nereden yola çıkarak söylüyorum? Radyolarda dinlediğiniz reklamların çoğu hala videodan convert edilen reklamlar. Halbuki bunların özel olarak üretilmesi lazım. Yani bu çok basit bir örnekti. Bunun gibi sese biraz yoğunlaşan pazarlamacıların bu işte biraz hızlandıracağını da düşünüyorum ben açıkçası.
Hakan Akben: Çok çok önemli gerçekten.
Tuğçe İçözü: Ben son bir şey eklemek istedim. Podcast dünyası, sesli içerikler dünyası gelişirken aslında beraberinde yeni girişimleri de getiriyor. Mesela Headliner bunlardan bir tanesi. Küçük kliplere dönüştürüp Instagram'a ya da işte şeye atabiliyorsunuz Twitter'a ve boyutlandırmalarıyla görseli de birleştirerek. Belki siz de yani bu sormuşlardı ya nasıl para kazanacağım diye. Hani bu tarz bir uygulama üreterek yola başlayabilirsiniz.
Hakan Akben: Benim aklımda şöyle bir şey var. Çok güzel bir şey. Şunu getirdi söylediğin şey Tuğçe. Mesela Clubhouse'da nasıl Instagram'da görüntü filtreleri var. Clubhouse'da da ses filtresi olsa mesela. Kadir İnanır sesiyle yayın yapıyorsun. Ve bunları satın alırsın böyle paket paket şeklinde. Ayda 1.99'a istediğin kişinin sesi. Paketler bence çok iyi iş yapabilir.
Burçin Acer: Bak bu da radyoda vardı mesela.
Hakan Akben: Var mıydı bu da?
Burçin Acer: Bu da radyoda vardı. Tabii canım. Mesela Yavuz'un Minibüsü diye bir program vardı. Adam yani bu dediğin adamların hepsinin taklidini bir tek program içinde yapardı. Yani ta o zamanlar radyo keşfetmişti bunu. Ama iyi fikir Clubhouse için.
Hakan Akben: Güzel bir fikir evet. Bu ticarete dönmemiş. Artık teknolojiyle bu ticarete de dönebilir belki ses paketleri satımı. Eray sen ne diyorsun? Senin de son kez bir yaklaşımını dinleyelim.
Eray Özer: Valla benim söyleyeceğim şey yine aslında Burçin söylemiş oldu. Oradaki önemli olan şey bu sektörün kendisi daha yeni oluşuyor yine söylediğim gibi. Yani endişelenecek de bir şey yok ortalıkta ama somut olarak burada esas markaların destek yani sonuçta bu işi yaşatacak olan bu gelir modelini oluşturacak. Yani sürekli olarak crowdfunding ile bu işi döndürmek üzerine ilerleyemez yani öne doğru gidemez. Ancak yaşatır ben size söyleyeyim. Şeyden dolayı da öyle yani insanlardan bunu bekleyemezsiniz. Mevcut ekonomik koşullar devamlılığın her zaman önüne geçiyor. Her ay kredi kartında onu gördükten sonra bir sonraki ay o kredi kartına artık bu olmasın diyorlar çok haklı olarak. Bu ödeme düşsün buradan diyorlar. Bir öncelik sıralaması… Başka yerlerden başka ödemeler kendini dayatıyor streaming platformları vesaire. Dolayısıyla buradaki önemli olan şey işte burayı bir mecra olarak görmek birincisi markalara doğru söylüyorum. İkincisi de hemen arkasından yine Burçin'in söylediği benim aslında bir yere sıkıştırırım dediğim ama beceremediğim şey. Hakikaten de podcast'in başka bir nosyonu var o da şudur. Sesin yani daha doğrusu. İnsanlar gerçekten sizinle sohbet ediyor gibi oluyor yani öyle hissediyorlar. Çünkü bir hiyerarşi yok. Yani şey olarak da yok yani sen videoda gördüğünde bir de bir ötekileştirme ne bileyim tipi, rengi, sesi neyse şeyin görüntüsü vesaire. Bunların hiçbirinin olmadığı sadece kendi arkadaşıymış gibi gördüğü. Dolayısıyla bizim mesela dinleyicilerle kurduğumuz ilişki böyle hakikaten hayatımda gazetecilik veya dergicilik yaparken karşılaşmadığım derecede samimi bir ilişki. Bunu da işte birazcık markaların Burçin dediği gibi farkına varması gerekiyor ki bu alan bir sektöre dönüşsün.
Hakan Akben: Çok güzel. Aslında teknoloji inovasyonun yanında artık business inovasyonunun yapılması gerektiği, bu bağlamda teknolojiyle örtüşebilecek business katmanında da yeniliklere açık olmak, yenilikleri denemek ve deneyimlemek noktasında biraz akılcı ve biraz da cesur olmak gerektiğini anlıyorum bu anlattıklarınızdan, bu yaklaşımlardan. Çok teşekkür ederim. Bence müthiş bir yayın oldu. Ben çok büyük keyif aldım. Sizlere de değerli katkılarınız için çok teşekkür ederim. Tuğçe, Burçin ve Eray tekrar bir araya gelmeyi çok arzu ederim bir başka yayında da olsa. Çok teşekkür ediyorum. Evet arkadaşlar, Code.Yapı Kredi'nin sunduğu Gelişen Kültürel Kodları başlıklı canlı yayınımızın ikinci bölümünde Sesin Yeni Altın Çağı Başlıyor dedik. Türkiye'nin bu konudaki gözde isimlerin düşüncelerini dinledik. Katılan herkese çok teşekkür ediyorum. Bugünkü yayınımız burada bitiyor ama bir sonraki ay yepyeni bir konuyla, çok değerli konuklarla yeniden karşınızda olacağız. O zamana kadar kendinize çok iyi bakın. Görüşmek üzere, hoşça kalın.